Bir başka konuyu yazmak, sizlerle başka başka tahliller üzerinden daha farklı sohbetlerde bulunmak için saatlerdir kendimi zorluyorum; fakat her defasında kendimi, Soma’yı ve ardından yaşananları düşünürken buluyorum. Lütfen beni mazur görün, kendimce, elimden geldiğince her kaynağı takip etmeye çalışırken yıprattığım sinirlerimle, (haliyle bir insan olarak) ben de ancak bu kadar dayanabildim. Peş peşe yazmak istedim hemen, incelediğim her yeni kaynak ve edindiğim her taze bilgi üzerine ve fakat, en başında sizlere de tavsiye ettiğim gibi ben de bekledim. Daha da kimi spesifik detayları, daha bilinçli ve emin konuşabilmek için beklemekteyim. Şimdilik tüm eleştirilerim, “KURU”lar için…
Kurular… Facianın takibinde hangi ara hazır ve nazır edildiği bilinmeyen tüm o poster ve afişleriyle Soma’ya akın edenler… Saçlarını fönletip, markalı gözlükleriyle facia alanında, objektiflere “Soma pozu” verenler… Jilet gibi giyinip kendisine yeni “Arenalar” arayanlar… “Kömür için oy verenler, şimdi can verdiler” diyebilen insan görünümlü esfeli safilinler… Soma’yı tomaya kafiye tutturan fırsatçılar… Ve tüm bunları rahat koltuklarında memnuniyetle izleyen gölgeler…Sizin sözünüz hazır:
“Zalimler için yaşasın cehennem!”
Ah…Bir anlasalar açlıklarının midelerinden büyük olduğunu. Bir anlasalar Soma’ya istifade amacı güderek akın ederlerken, insanlıklarını birkaç adım evvel düşürdüklerini… Vakti zamanında, pek çok şaibeli olay karşısında üç maymunu oynayan yandaş medyanın, şimdi “Hakkın cevval savunucusu” olduğunu görmek, sizleri de benim kadar şaşırtıyor mu sevgili okuyucum? “Nasıl olsa buralarda dört yanlış bir doğruyu götürmüyor.” diye düşünüp doğruları yalanlarla seyreltenleri sizler de ayırt edebiliyor musunuz artık?
Kurular… Tuzu kurular…
Dün, bir üniversitenin, maden mühendisliği fakültesinin, kendi öğrencileri (ya da öyle gösterilenler) tarafından günlerdir işgalde olduğu haberini yakaladım. Parçalı çekimler arasında, duvarlara karalanmış “Berkin Elvan” ve “Reyhanlı” yazılarına kadar görme fırsatı buldum. Hani hala daha “Ne alakadır Reyhanlı, Berkin Elvan” filan diyorsanız, Robovski’den ötesine kadar uzanan bir hikaye var ki ortada durumu etraflı görebilenler için… Neyse, sırası değil…
İşte, “kamu malıdır” deyip saatler sonra göçük altından çıkarılan emekçinin, canının acısını bırakıp çizmelerini çıkarma derdine düşmesi ile fakülte binasını grafiti çöplüğü haline getiren bu provoke eylemci gençler arasındaki insanlık farkını bulmayı sizlere bırakıyorum. Hani, duyumsadıkları gerçek bir acı, sırtlandıkları doğrucu bir dava olsa idi, emin olun, değil kendi fakültelerini işgal ederek öğrenime kapatmak, o fakülteden bir an önce mezun olup, yeni canların yanmaması için maden sorunlarının çözümünde görev almaya can atıyor olurlardı. En azından, ben böyle yapmaya çalışırdım…
Kurular… Kupkurular!
Ve daha neler…
Hani daha ilk yazımda bahsetmiştim, “Yanlış insanları takdir edersiniz.” diye… Türkiye Barolar Birliği Başkanı da ziyaretlerinde gecikmedi biliyorsunuz. Vakti zamanında Bursa’da grizu faciasında ölen 19 işçi karşısında durup, iş yeri sahibinin avukatlığını yaptığı için, yine iş yeri sahibi avukatlığına geldi diye düşünmüştüm önce; ama, bu kez işçilerin yanında(!) duruyordu, ne hikmetse.
Sonra bir televizyon kanalında, pahalı(!) bir köşe yazarının “Bu ölümler müstahaktır” sözlerini işittim. Sendikalara kadar kınamalar aldı hemen, biliyorsunuz… Bu köşe yazarının kimi yazılarına bakacak olursanız, zaten sadece O’na yakışabilecek tarzda bir yaklaşım sergilediğini görüyor ve çok da yadırgamamaya başlıyorsunuz bu sözü, O’nun ağzından çıktığı için. Nitekim; vakti zamanında kendi doğulu yurttaşları için “katır” benzetmesinde bulunmuş, işkence gören birisi ile gördüğü işkenceler üzerine dalga geçmiş, kendi memleketini dahi inkarda olan (Mardinli olmasına karşın, İzmirli’yim diyen) birisinden ne umarsınız?
Ardından bir gazetecimizi daha görüyorum… Bu kez facia alanında, “Üzgünüm, acı doluyum, öfkeliyim” pozu vermiş objektiflere. Tabii saçlarına fön çekmeyi, markalı gözlük ve diğer aksesuarlarını takıp takıştırmayı da ihmal etmemiş… Suç bulmuyorum, tıpkı kendi mesleğinde duayen sayılan kimi büyüklerinden gördüğünü yapmış, ne diyelim? Daha eski sansarlar varken, O’nu mu ayıplayalım?
Kurular!
Alın teriyle ıslanmamış kurular!
Görüyorum, Soma için bir kısım gençlik, almış mumunu, dikmiş asfaltlara, yakmış ve gitar eşliğinde hüzünlü(!) şarkılar söylemiş caddelerde. Bizzat Soma’ya gidenler de pankartlı eylem yapmış, direnmiş(!)…
Ölenin ardından iki satır Kur’an okunur, eller semada dua edilir, kalan sağlar için taziyeler sunulur en azından, benim bildiğim. Yerinde iştirak halinde isen de “Cenaze namazına katılınır.”
Hiçbir eylemciyi cenaze namazında gördünüz mü? Gördüyseniz bana da gösterin, çünkü ben göremedim ve bu konuda yanılmayı gönülden istiyorum.
Ah kurular… Mana ırmaklarından geçmiş, madde çöllerinde kurumuşlar…
Bir de bağırıyorlar acıya kel alaka “Kalp -sol-da atar!”
Sizler, vakti zamanında ikiye bölünmüş can kardeşler olan, sağ ve solun tırnağı etmezsiniz be! Sağ desem değilsiniz, sol desem değilsiniz. Alsam sizleri, bir sağa, bir sola koysam ikisine de yakışmazsınız, ikisinden farklı bir şeysiniz, ikisinin yanına yanaşamayacak kadar kirlisiniz, ikisinden de olamayacak kadar ucubesiniz! Ve aynı ucubelikle, taze acıdan geçip, eski yaraları deşme peşindesiniz. Yazıklar olsun size, size alkış tutan ellere!
O elleriniz ki bu şakşakçılığa dayanamayıp kökünden kırılmadan hemen önce, Allah ıslah eylesin hepinizi…
Eller ya… O eller…
Böyle bir anda duaya kalkan eller kadar, bedduada olan eller de vardı. En güzel(!) bedduaları kimden öğrendikleri elbette aşikar olan yeni yeni bedduacılar türedi twitter’da: “Şunlara şunlara oy verenler, en ağır evlat acılarını yaşasın” diyenler oldu bu acılı günde, biliyor muydunuz? Bununla kalsalar yine iyiydi, olayın sabahına mantar gibi türeyen onlarca aşağılayıcı karikatür de servis ediliyordu bir yandan. “Sahi, çizim yapacak vakti, stabil ruh halini ve selim aklı, nereden buldunuz bu günde?” diyecek oldum, sustum. Kimi karikatürlerin direkt imzalarına, kaynağına bakmayı seçtim önce ve hiç şaşırmadım. Yabancı ülke çizerleri de işin içinde idi. Almanya’dan Brezilya’sına, İngiltere’den Fransa’sına kadar… “Önümüze gelene bin tekme hesabı.” çizmişler de çizmişler, paylaşa paylaşa yayma işi de bizimkilere kalmış pek tabii.
Kurular… Kendi akıl topraklarında öz fikirlerini yeşertemeyen, kurular!
Bir grup futbol takımı taraftarı, ki ben onlara “Taraftar kılıflı Vandallar” demeyi tercih ediyorum, yaşanan bu facia üzerine, sorumlu tuttukları kimseler için yeni bir marş söyledi, dinlediniz mi? Aman dinlemeyin, küfürden, ağır hakaretten başka bir şey değil, kulaklarınıza, vaktinize yazık olur. Bu video da hemen paylaşılmakla kalmadı, dinleyenlerin kimileri “Hahaha ne iyi olmuş.” vb. yorumlarda bulundu, güle kikirdeye “orantısız zeka(!)” örneği gösterdi. Birileri bana aksini söylesin, “Ölü evinde halay çekmek” değil midir bu Allah aşkına?
Ah kurular… Gönüllerini, göz yaşlarıyla sulayamamış kurular!
“Haydi durmayalım, gidelim annesinin mezarını yakalım, yıkalım.” dediler Başbakan’dan yana… Sizin malzemenizin hakikaten “ölüler” olduğuna daha da çok inandım bu yorumları görünce. İnsanlığa sığar mı bu? Mezar yağmalamak hangi Müslüman evladına yakışır? Bu sizi tutmaya yetmiyorsa, “Muhtaç olduğu kudret, damarlarındaki asil kanda mevcut olan bir genç” konuşur mu böyle, düşünür mü böyle, yapar mı bu alçaklığı? Daha son madencimiz mezarına kavuşmadan, siz mezar açma peşindesiniz.
Siz, bu ülkenin insanı değilsiniz, hiçbir partinin-legal yapılanmanın-yerli görüşün mensubu değilsiniz, siz hiçbir soydan değilsiniz, hiçbir hakkın savunmasında değilsiniz, bu yurtla alakadar hiçbir şeysiniz siz. Siz ayrı bir şeysiniz, kaos seven, ölümlerle beslenen insanlık dışı varlıklarsınız.
Sizin yüzünüzden taraflara bölündük biz!
Siz “Kurular” yüzünden!
Her yerdesiniz…
Aramızdasınız…
Bakın, gerçekten bir şeyleri yasal hakları çerçevesince adam akıllı protesto etmek isteyen saygılı insanlar da var, tencere tava çalıp milleti rahatsız etmeden, dezenformasyona bulaşmadan… buna canı gönülden inanıyorum ve bu şekilde davranmaya çalışanları bir yere kadar destekliyorum; ama bunu bir denediniz ve yukarıda bahsettiğim cinsten varlıklar aranıza karıştı. Anlayın artık lütfen, siz her yürüyüşe geçtiğinizde, mahalle aralarında pusuda bekleyen bu insan görünümlü “kurular” ortaya çıkıyor, sizleri sokaklara köşelerdeki “kurular” davet ediyor, sizleri sadece ekrandaki “kurular” alkışlıyor…
“Düşman puslu havayı sever.” siz de biliyorsunuz.
Lütfen, artık havanın bulanmasına izin vermeyin.
Sokaklardan çekilin, işgalden kaçının…
Uymayın bunlara…
Fırsat tanımayın kurulara!
Yanma kardeşim, onların yanında yanma!
Sevgi ve saygılarımla…