Okumaya, yazmaya, gelişmeye özendirmek ve yerel medyanın önemine dikkat çekmek amacıyla başlatılan projede Mehmet Güray adlı öğrencinin düzyazı eseri gazetemizde yayımlanmaya hak kazandı.

Saygı nezdinde

Bazı kelimeler vardır; anlamı ilk bakışta sade görünür ama yaşamın en derin noktalarına dokunur. Günlük hayatta sıkça duyarız onları; bazen alışkanlıkla kullanır, bazen de fark etmeden ihmal ederiz. “Saygı” da işte bu kelimelerden biridir. İlk kez okul sıralarında, bir öğretmenimizin uyarısıyla ya da bir büyüğün öğüdünde karşımıza çıkar. Çocuklukta büyüklerin sözünü kesmemek, yüksek sesle konuşmamak ya da otobüste yaşlılara yer vermek şeklinde tanımaya başlarız onu. Ancak zaman geçtikçe, büyüdükçe, insanlar ve fikirler çeşitlendikçe, saygının sadece kurallardan ibaret olmadığını, aslında çok daha derin, çok daha kapsayıcı bir yaşam biçimi olduğunu anlarız. 

Saygı; bir insanın yalnızca sözlerini değil, sessizliğini de anlamaya çalışmaktır. Farklı fikirlere katılmasak bile onları dinlemek, bir başkasının varoluşunu yargılamadan kabul edebilmek, onun yaşam tarzına veya inancına müdahale etmeden yaşamına dur dememektir. Fransız düşünür Voltaire’in “Sizinle aynı fikirde değilim ama fikrinizi söyleme hakkınızı sonuna kadar savunurum” sözü, bu anlayışı belki de en iyi şekilde özetler. Saygı, empatiyle iç içe geçmiş bir değerdir; insanı insan yapan özelliklerin başında gelir. Saygı olmayan yerde sevgi, adalet ve huzur da kalıcı olamaz.
Toplumsal yaşamda saygı, birlikte yaşamanın olmazsa olmaz koşuludur. İnsanlar arasında güven ortamının oluşması, farklılıkların tehdit olarak değil, zenginlik olarak görülmesi, dünyadaki savaş ve çatışmaların barışçıl hâle gelmesi hep saygılı tutumlarla mümkündür. Ne yazık ki modern dünyada saygı, kimi zaman unutulmakta ya da yanlış anlaşılmaktadır. Özellikle dijital iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte bireyler, karşısındakini insanlıktan çok bir ekranın ardındaki isim olarak görmeye başlamış, saygının yerini tahammülsüzlük ve öfke almıştır. Hâlbuki insan karşındakine bakarak, dinleyerek ve hissederek bağ kurar. Göz göze karşılaşmadıkça anlam yitirilir.

Saygı yalnızca başkalarına değil, kendimize de gösterilmesi gereken bir tutumdur. Kendi düşüncemize, emeğimize, bedenimize saygı duymadan başkalarına da saygı gösteremeyiz. Düşünür diyor ki: “Kendini olduğu gibi kabul eden bir insan, değişmeye başlar.” Kendine saygı duyan bir kişi, hem kişisel gelişimi için çabalar hem de çevresine daha duyarlı olur. Çünkü kendine saygı duymak, kişinin iç huzurunun ve özsaygısının temelini oluşturur.
Saygı, yalnızca bireyler arasında değil; insan ile doğa arasındaki ilişkide de büyük önem taşır. Doğaya, hayvanlara, suya, toprağa gösterilen saygı, gelecek kuşaklara bırakılacak temiz ve yaşanabilir bir dünyanın da teminatıdır. Doğayı hor gören toplumlar, zamanla kendi varlıklarını da tehdit eder hâle gelirler. Bu yüzden çevreye duyulan saygı, aslında yaşama duyulan saygının bir yansımasıdır.
Saygı, aynı zamanda eğitimle doğrudan bağlantılıdır. Çocuklarımıza küçük yaşlardan itibaren saygı değerini kazandırmak, onların yalnızca akademik başarıyı değil; iyi bir insan olmayı da öğrenmesini sağlar. Saygılı bireyler; kendine güvenen, başkasının hakkını gözeten, farklılıklara saygı duyan bireylerdir. Eğitimciler, ebeveynler ve toplumun tüm bireyleri, çocuklara yalnızca bilgi değil, değer kazandırmakla da yükümlüdür.
Bazen saygı, küçük bir davranışla büyük anlamlar taşır. Bir öğretmeni ayakta karşılamak, bir temizlik görevlisine gülümsemek, kapıdan çıkarken arkamızdakine kapıyı tutmak… Bunlar basit gibi görünse de karşıdaki kişiye “Seni önemsiyorum, buradasın ve değerlisin” demektir. İşte bu nedenle saygı, görünmeyen ama hissedilen bir değer olarak yaşamın her anına anlam katar.
Belki de hayatın en büyük öğretmeni zamandır. Yıllar geçtikçe anlarız ki, insanlar bize ne kazandırmış, neye sahip olmuşuz değil; bizde hangi duyguları yaşatmışlar onu hatırlarız. Küçücük bir davranış ya da küçük bir iyilik, karşımızdakinin kalbinde iz bırakabilir. Ve o iz, çoğu zaman saygının izleridir. Albert Einstein’in dediği gibi: “Saygı, zekânın sessizliğidir.” Gerçek bilgelik, başkalarının fikirlerine ve varlığına duyulan derin bir anlayışla beslenir.
Sonuç olarak, saygı sadece bir davranış biçimi değil; insan olmanın özüdür. Saygı varsa sevgi vardır, sevgi varsa barış vardır. Birbirimize duyduğumuz saygı, aslında bizim ortak insanlık paydamızı oluşturur. Farklı fikirler, inançlar ve yaşam biçimleri arasında saygıyı temel alarak kurulacak bir köprü, insanları birbirine daha yakınlaştırır. Ne yazık ki, saygı çoğu zaman unutulur ya da göz ardı edilir. Bu, sadece bireyler arası ilişkilerde değil, toplumsal düzenin sağlanmasında da ciddi sorunlar yaratır. Çünkü saygıyı kaybettiğimizde, birbirimizi anlamaktan, dinlemekten ve çözüm üretmekten uzaklaşırız.
Saygı görmek isteyen, önce saygı göstermelidir. Kendi içimizde saygıyı besleyerek, başkalarına da bu duyguyu aşılayabiliriz. Birbirimize verdiğimiz saygı, yalnızca güzel bir yaşam sürmemizi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda dünyayı daha adil, daha barışçıl ve daha yaşanabilir bir yer hâline getirir. Bu yüzden, hayatımıza saygıyı bir felsefe olarak kabul ederek, her gün yaşadığımız her ana göre şekillendirmeliyiz. Her küçük hareketin, her küçük jestin, karşımızdaki kişiye duyduğumuz saygıyı ifade etmenin gücünü unutmamalıyız. Unutmayalım ki, insan, karşısındakine duyduğu kadar saygıyla insandır. -Fatma Bedia UYAR 

Muhabir: Fatma Bedia UYAR