Selanik 1881. Aslen Karaman ve Aydın yörüklerinden olan ve Makedonya’nın, Dobruca köyüne yerleşmiş ve yüzlerce sene sonra da Selanik’e göçmüş bir aile, kiracı oldukları ve o zamanki adresi Koca Kasım Paşa Mahallesi Islahhane Caddesi olan evde bir çocuğun doğmasını beklemektedir. Doğduğu evden şimdiki adresi Apostolou Pavlou 17, Thessaloniki 546 34, Yunanistan. En son ebedi ikametgahı olan Anıtkabir’e kadar onlarca ( 52 adet) evde ya uzun süre ya da birkaç saatlik de olsa kalacak olan Mustafa 6 kardeşten birisi olarak dünyaya gelir. Kader O’nu cepheden cepheye, şehirden şehire atarken, Mustafa’nın adı ve sıfatı da sürekli değişmektedir. Mustafa, Mustafa Kemal, teğmen, yüzbaşı, binbaşı, yarbay, albay ,general, mareşal, Gazi Mustafa Kemal Paşa, Mareşal Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa. Sıfat ve unvanlar değiştikçe konakladığı yerlerin isimleri de değişecektir. Buralar ya askeri bir gaye için ,ya siyasi ya da sağlık adına kaldığı yerlerdi. Askeri öğrencilik yıllarında okul yurtlarında kalmış, görev yerleri olan ve şu an sınırlarımız dışında Şam, Trablusgarp, Sofya ve benzeri yerlerde de resmi ve sivil evlerde kalmıştı. Hele hele Trablusgarp gibi çöl ortasındaki çadırlardan, cihan harbi ve milli mücadeledeki cephelerde kullandığı çadır karargahlar adeta O’nun meskeni olmuş, gönüllü bir rahat yokluğunda oradan oraya yaşamını sürdürmüştü. Peki bu evler neden önemli? Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan dolayı desem itiraz eden çıkmaz sanırım. Bu uğrak şehirlerden birisi Alanya olduğu gibi, uğradığı konutlardan birisi de bugün Atatürk Evi adıyla bilinen Azak zade Tevfik Efendi’nin (Lord Tevfik) evi olacaktı. Evimizin anlatımına geçmeden dilerseniz ev sahibimizin hayatı hakkında bilgi verip ana temamıza bağlayalım.
TEVFİK AZAKOĞLU KİMDİR? MÜBADİLLERLE OLAN İLİŞKİSİ NEDİR?
Eski Alanya’mızda bir deyim vardır orta ve dar gelirli aileler arasında. Azakoğlu’nun oğlu musun? (Azakoğlu’nun oğlu musun ?) Yani çocuk; maddi güçlerinin üzerinde bir harcama yaparsa ya da bunu talep ederse, müsrif davranırsa bu cümle kurulurdu. Aile Alanya’nın hafızasında o derece güçlü bir yerdedir. Bu aile Osmanlı’nın son dönemi Alanya’sında kereste ticaretiyle uğraşan bir ailedir ve oldukça güçlü maddiyatları vardır. Şerif Alilerden sonraki en güçlü kereste tüccarıdırlar. Hemen arkalarından da Tevfik namıyla meşhur kereste tüccarı Tevfik Raşitoğlu gelmektedir. (TBMM tutanaklarında ihale almaya hak kazanan bu iki Alanyalı Tevfik’in ödedikleri meblağa dair bilgiler bulunmaktadır.)
Aile Alanya’nın Osmanlı’ya geçmesinden sonra Alanya’yı Fatih namına teslim alan Gedik Ahmet Paşa tarafından Karadeniz’in kuzeyindeki Azak denizi kıyısındaki Kırım’dan getirilir. Gemicilik, tersanecilik ve benzeri işler için. Orta ve son dönem Osmanlısına doğru aile cambazlıkla uğraşır. Özellikle Oğuz yaylasında 30 bin dönüm arazi sahibidir ve Osmanlı ordusuna atları burada yetiştirmektedirler.
Malum, şehirde Alaeddin Keykubat fetihleri sonrası Türkleştirme ve ekonomik canlılık namına yapılan dokunuşlar var. Osmanlı, mülküne aldıktan sonra Selçuklu ve sonrası var olan bütün etkin güçleri kendince yeniden dizayn etmek gayesi de gütmüştür. Zira egemen güç değiştikçe kendi etki alanını oluşturmak adiyatındandı. O nedenle Fatih Alanya’ya Kırım (Azaklar, Ekmekçiler) Arnavutluk (Arnavutlar, Arnavuteel) ve benzeri yerlerden de çeşitli vasıfları haiz aileler ve meslek erbapları yerleştirilmiştir. Alanya’nın fethinin hemen ardından her türlü iktisadi, ticari, bürokratik ve kültürel dokunuşlarla Konya, Güney Konya ve belki de Orta Asya’dan Alanya’ya getirilip yerleştirilenler olduğu gibi, Osmanlı da aynısını yapmış ve burası her bakımdan canlandırılmak istenmiştir. Azak denizi kıyısındaki Kırım öyle bir Türk yurdudur ki, bizden Türk’tür desem yeridir. Özellikle Cengiz Han soylu olmaları Osmanlı‘nın bile göz ardı edemediği bir saygı sebebi olmuştur. Tatar Türkleri ile maruftur lakin esas önemi şudur. Osmanlı Devleti’nin hakim hanedanı Osman oğullarının yedek hanedanı Kırım’ı yöneten Kırım hanıdır. Eğer Osman oğullarının başına bir şey gelirse, soyu kuruma tehlikesi ve benzeri bir şey olursa taht, Kırım hanınındır. Hatta bu bir kaç defa da bu gündeme gelmiştir.)

İşte ulaşabildiğim kök ata 1908 yılında ölen Sarı kuş lakaplı Azak zade Hüseyin Efendidir. Beş oğul ve bir kız sahibidir. Ve Azak zade Tevfik efendi en büyük oğludur. 1962 senesinde 98. dünya yılında vefat etmiştir. Mezarı Azak oğlu aile mezarlığındadır. Çocuğu olmadığı için de kardeşi Necip beyin oğlu Rıfat Azak oğlunu evlatlık edinmiştir. Bugün hepimizin bildiği Atatürk evi, okullar , camiler ve benzeri bilip bilmediğimiz güzellikler hep bu ailenin eseridir.
Hem Alanyalı Müslümanlar hem de gayri Müslimler tarafından çok saygı duyulan ,sevilen bir tüccardır. Özellikle hangi mübadile sorarsanız sorun, büyük bir şükran hissiyle anarlar. Bunu bizzat Neo İonia’da dinledim ve yaşadım. Özellikle sizlere bir kitap tavsiye etmek istiyorum. Çok kıymetli Necat Küçük hocamın özel ilgisiyle bana hediye ettiği bir kitap bu. Kıbrıslı yazar Marios Michaelides’in kaleme aldığı ve Lale Alatlı’nın tercümesiyle yayınlanan Antalya’nın Doğusu, Lefkoşa’nın Kuzeyi adlı kitapta anlatılan aile, hikâyesini anneannesinin dilinden aktarıyor. Alanya'dan ayrılışıyla başlatıyor, gemide ve sonrası süreçte adadaki yaşadıkları olayları anlatıyor. Burada da Lord Tevfik’ten ve O’nun iyiliklerinden sürekli bahsediyor. Anlayacağınız Azak oğlu Lord Tevfik o dönem insanının kafasında ve hafızasında bambaşka bir fenomen. İşi dolayısıyla pek çok esnaf erbabıyla ticari ilişkisi var. Demirci, nalbant, dülger, taş ve ağaç ustası, kalaycı ve benzeri hepsine iş yaptırmaktadır. Mübadele o kadar hızlı ve keskin olmuştur ki; alacaklı alacağını alamadan, verecekli vereceğini vermeden toz duman içinde bir hengamede birbirinden ayrılmıştı. Lord Tevfik de böylelikle bazı ustalara borçlu kalmıştı. O kadar ki; mübadele bazı Alanya evlerinin yarım kalmasına bile neden olmuştu. Zira ustalar bir gün önce gittikleri inşaatlarını apar topar bırakınca yarım kalmış ve sonradan tamamlanabilmişti. Hatta o kadar güvenilir bir insandı ki; dönemin Rum mübadilleri götüremedikleri eşya ve ziynetlerini O’na emanet etmişlerdi bir yed-i emin olarak. Ama O’nun elindeki kara kaplı defterine borçlarını ve emanetleri yazmıştı. Yunanistan’a giden mübadiller arasında bu konu bazen gündeme gelir ve oradaki Türk önyargısına sahip kişilerce art niyetli olarak kaşınırdı. Yorgo Öksüz oğlundan dinlediğime göre annesi Yersimani bu sözleri duyunca üzülür ve öfkelenir; ”Hayır hayır Türkler öyle insanlar değil. Emanette emin insanlardır. Göreceksiniz buraya gelecekler onları vermek için “derdi. Özellikle bunu yüksek bir taşın üzerine çıkarak o enfes Alanya ağızlı Türkçesiyle demişti. Zaten başkaca da dil bilmiyordu. Ben bunu oğlu Yorgo Öksüzoğlu’ndan dinlerken o kadar gururlandım ki göz yaşlarımın yanaklarımı ıslatmasıyla ancak kendime gelebildim. Adeta milli iftihar kaynağımız Lord Tevfik ilerleyen yıllarda kendi gemisiyle Yunanistan’a gidecek, o eski dostlarını bulacak ve kara kaplı kitabı açarak emanetleri hak sahiplerine teslim edecekti. Murat Levent Koçak kitabında bazı isimleri de verir. Mesela Hacıgoca, ( Yorgo Öksüzoğlu Manhoca demişti, belki de sehven öyle dedi bilemiyorum), Gancıların Muhayil, Demirci Putur Ekteş, Yakumin Sakaloğlu. Sadece demirci Putur Ekteş’e ulaşamaz ama bir tanıdığına şahitler huzurunda parayı verir ve Alanya’ya geri döner. Peki Türk aşığı ve dostu Yersimani ne mi yapar? Çıkar yine o yüksekçe taşın üzerine ve; “Demedim mi size ,Türkler ehli namustur, emanete ihanet etmezler, gelirler ve öderler” dememiş miydim size? der demesine ama bu anıyı dinleyen bizlerin gözyaşları yine yerinde durmaz. Bu duygular anlatılmaz güzellikte duygulardır. Tabi Putur Ekteş’in tanıdığı kişi bu parayı vermez ve harcar. Bunu oğlu Babi Haralambus Murat Levent Koçak’a anlatır. Öyle ki sonra ki yıllarda dost olurlar ve kızı Angeliki hanım Koçak’ın eşi Emine hanıma Alanya tarzı el işi oyalı masa örtüsü hediye eder. Dostluklar baki olsun efendim.

Esere göre, mübadelenin öznesi olan Rumlar Alanya iskelesinde bekleşiyorlardı. Üç çocuklu dul Maria bunlardan birisiydi. Eşi Yordanis yanlış bir iş yapmış ve Yunan mezalimine ortak olan Rum çetelerin hevesine kapılmış ve Kuvva-i Milliyeciler tarafından öldürülmüştü. Özellikle Yordanis’in bu Megali İdea ülküsünün Alanya ve çevresinden sorumlu birisi olması, yaptığı gizli toplantı ve faaliyetler buna sebep olmuştu. Antalya’nın Doğusu Lefkoşa’nın Kuzeyi adlı kitapta ise olay bambaşka anlatılsa da yaşanan acı olaylardan kurtulmak için Alanya iskelesinde büyük bir heyecan, korku ve ümitsizlikle karışık bilinmezlikle bekleşiyorlardı. Gemiler gelecek ve gidecekler. İşte bu gemilerden birisi ise kitabın ana öznesinin ifadesiyle Lorbey. Bazı eser ve kaynaklarda ismi Refik ( Tevfik) bey olarak geçse de hep aynı kişiden güzellikle bahsetmekteler. Lord Tevfik. Mavi gözleri, sarışın saçları nedeniyle bazıları ona İngiliz, bazıları Rum deseler de ( özellikle bu dönemdeki Rum mübadillere sahip çıkması nedeniyle) öz be öz Türk olan Lord’un gemisi onlar için çok şey ifade ediyordu. Anı kitabına göre Lord Tevfik Maria’ya görür görmez vurulmuştu. Aslında Lord ile Yordanis kanka idiler. Birbirlerini çok severlerdi. Lord’un Maria’ya doğru kilitlenen gözleri adeta gitmemesi için yalvarıyordu. Ama ne çare? Hem şartlar hem de Maria’nın kızgınlıkla yoğrulmuş milliyetçi kalbi buna engeldi.
Lord Tevfik adı geçen kitapta son derece beyefendi, iyi bir soydan gelen ve diğerlerinden ayrılan kibarlıkta birisi olarak tarif edilmekteydi. 100 kişilik bu gemi ile Rum balıkçılarla ticaret yapıyor. Hatta Ruslardan kaçak havyar getiriyordu. Bazılarının kendisine Rum ya da İngiliz demesinden ve Lorbey demesinden de rahatsız olmazdı. O’nu herkes çok severdi. Beyler, zenginler, Rumlar, Ermeniler, Makedonyalılar ve diğerleri saygıyla telaffuz ederlerdi bu ismi. O herkese yardım eden iyi bir adamdı. Özellikle Maria’ya olan aşkı, Yordanis’e olan kardeşlik bağından dolayı en çok da Alanyalı Rumlara iyilik ederdi ifadeleri son derece ilgi çekici. Gemide seyir halinde iken Maria’nın çocuklarının başını okşayan Lorbey’in Maria’yı korumaya kararlı bakışları hiç aklından çıkmıyordu Maria’nın. Yordanis hayatta iken, eğer başıma bir şey gelirse onları koru demiş, Lorbey’de kuşağından çıkardığı sakızdan getirdiği bıçağı ile kolunu çizip kanını akıtmış ,aynı şeyi Yordanis de yapmış ve böylece kan kardeşi olmuşlardı. Dakikalarca sarılıp kalmaları onların ne kadar iyi bir dost olduğunun en güzel ifadesiydi diyor anı sahibi. Lorbey gemisindeki 100 kişiyi Kıbrıs’a götürürken geminin kıç tarafında dikiliyor ve ara sıra dümenciye bir şeyler fısıldıyordu. Zaman zaman bohçalarından çıkardıkları peksimetleri yemeye çalışan Rumlar’a sıcak tencere yemeği getirmişti Lorbey. Önce çocuklar, sonra yaşlılar,kadınlar ve erkekler de yemekten yeyip doyunca teşekkür etmek için herkes Lorbey’in ayaklarına kapandı. Ama o ayaklarını hemen çekerek öpmelerine izin vermedi ve onları avuttu. Lorbey onlara tarçın da içirmişti. Herkesin ağzında Lorbey’in ne kadar iyi bir insan olduğuna dair sözler vardı.
O sırada gemi Kıbrıs’a varmış ve görevli askerler gemiye çıkmışlardı. Lorbey onlarla İngilizce konuşuyordu. Karantinaya alınacaklardı 40 gün. Kıbrıs’ta devlet makamları İngilizlerindi. Maria’ya ve çocuklarına korkma dedi. Maraş’ta yaşamaları için ve karantinaya girmemeleri için İngilizlere hatırı sayılır bahşiş ve ot vermişti. Maria Lorbey’e dönerek, ”Bize yaptığın iyiliklerden dolayı yüce Meryem seni korusun, kardeşin Yordanis herşeyi görüyor” dedi. Lorbey duygulanıp ağlamaya başlayınca hemen gözlerini sildi ve Maria’dan gizli çocuğun koynuna parayla dolu bir kese sokuşturdu.
İşte bütün bu anlatılanlar Lord Tevfik’in mübadiller nezdinde ne kadar yüce ve sarsılmaz bir yeri olduğunu ispatlıyor. Bugün bile hala Lord Tevfik adeta aziz mesabesinde görülen bir kişiliktir.
Peki Türk kültüründe Lordluk payesi olmadığına göre Azakzade Tevfik Efendi neden Lord ünvanı ile anılır almuştur? Kereste tüccarı olan Azakzade Tevfik Efendi Mısır, Lübnan (Beyrut) ve diğer Avrupa ülkeleri ile de ticari münasebetler kurmuş ve o dönem ekonomi çevrelerinde hatırı sayılır bir saygınlık kazanmıştı. Öyle ki; İsviçre bankaları 3 milyon Osmanlı lirası gibi büyük bir meblağı emrine amade etmişti. Paranın büyüklüğünü şöyle anlatayım. O dönem Osmanlı bütçesi 16 milyon Osmanlı lirası. Neredeyse çeyreği. Tabi bu denli büyük bir parayı eline vermiyorlar. Ticari itibarını o seviyeye yükseltiyorlar. Bu durum şöyle bir şehir efsanesinin de yayılmasına neden oluyor. Tabi bunu aileden teyit ederek yazıyorum. Lord Tevfik Osmanlı devletine borçlarını ödemesi için borç vermiştir sözü bir efsaneden ibarettir. Böyle bir şey olmamıştır. Ama şu da var ki; böyle bir şayiaya inanmak çok da zor olmasa gerek. (Bir benzeri İstanbul’daki Şerifaliler için anlatılır ama o gerçektir).
Gel zaman geç zaman Lord Tevfik, 1940’lı yıllara kadar ticari faaliyetlerini yürütür. Çoğu zaman İstanbul’a gider gelir. Alanya dağlarındaki keresteleri kesmeye devam eder. Alanya çaylarının doğduğu ve denize döküldüğü bütün çevreler kontrolü altındadır. Bunlar arasındaki köyler ve köylülerle sıkı ilişkileri vardır. Bazılarını evlendirir, bazılarını sünnet ettirir, bazılarını okutur ve benzeri. Çay ağızlarında kurduğu hızar ve benzeri tesislerde işlenen ağaçlar, Alanya limanında getirilir ve gemilere yüklenerek ticari hedeflerine doğru yol alırdı. Bölge halkına çok yardımların olurdu. Hatta pek çok çocuğa manevi babalık yapmıştı. Hiç çocuğunun olmamasına karşın bütün yöre çocukları adeta O’nu baba gibi görmüştür. O kadar itibarı vardır ki; bir vakit dağlarda ağaç kestirirken nakliye için parası kalmayınca köyleri dolaşarak birer altın toplamış ve nakledilen keresteler Mısır ve Beyrut’a götürülmüştü. Elde edilen büyük kazanca adeta o köylüleri de ortak etmiş ve aldığı bir altına karşılık her birine beşer altın vermişti. Tabi yöre halkının gözündeki sevgisi kat ve kat artmıştı. Ticari manada çok gözü kara bir duruş sahibidir. Öyle ki; Alanya’dan bir birim paraya doldurduğu 7 gemiye iki birim para verince sinirlenmiş, cebinden beş altı altın çıkararak limanda beklerim, paramı da öderim ama 6 birim paradan aşağı malımı satmam diyerek diretmiş ve dediği gibi de 6 birim paradan satarak Alanya’ya geri dönmüştür.

1942 yılında dönemin hükümeti tarafından varlık vergisi çıkartılır. Bu kanuna göre Lord Tevfik de 15 gün içerisinde ödeme yapmak zorundadır. Kendisine çıkartılan 180 bin TL’lik vergiyi ödeyebilmek için İstanbul Azak sokakta bulunan otel, iş hanı ve sinema binasını satmış , yetmeyen kısmını bir Yahudi arkadaşından borç alarak tamamlamıştı. O zaman Koç ailesine çıkarılan vergi 400 bin TL idi. Bu örnek de Lord’un ekonomik gücünü anlatmaya yeter sanırım.
Bu olay sonrası adeta ticarete küsen Tevfik bey, elini eteğini ticaretten çekmiş ve hacca giderek kalan ömrünü mütedeyyin olarak yaşamıştır. Artık ailenin hacı dedesidir. Bu vakitten sonra da yanında çalışan ve bugün hala hayatta olan Çağlar ailesi her türlü hizmetini görmüştür. Efe Mustafa Lakaplı Mustafa Çağlar Lord’un şoförü olmuş tam 13 sene bilfiil yanında çalışmıştır. Sabah evinden alır, bahçeleri ve ahbaplarını dolaştırır, beş vakit de camiye götürerek namazlarını kıldıktan sonra gitmek istediği diğer yerlere götürürmüş. Kışın Alanya, yazın Türbelinas yaylasında bu durum bir ritüel halinde yaşanmış durmuş. Rahmetli annem de Lord Tevfik’in son dönemlerini hatırladığını, sakallı birisi olduğunu ve geçtiği yerlerdeki çocuklara para ve şeker dağıta dağıta geçtiği söylemişti. Özellikle Ramazan ayında fakir halka yaptığı yardımlar hala anlatılmakta. Yanında yardımcısı olarak çalışan Durdu Çağlar hanım da eşi gibi bugün 91. yaşını yaşamakta ve o günleri hatırlamakta. Hatta aile bireylerinin bütün kişisel özeliklerine kadar Azakoğlu Tevfik efendi çok sevdiği şoförü ve kızı payesinde sevdiği yardımcısını baş göz edip evlendirir. Bugün oturdukları evi yaptırır ve bir de cip alması için para verir. Onlar da bu mümtaz kişiyi hiç unutmazlar ve kızlarına Lord’un hanımının ismi olan Afitap, büyük oğluna da Tevfik ismini verirler. Vefa ne güzel şey.