Önceki yazılarda, kuraklık riskinin iki ayaklı bir süreç olduğundan bahsettim. Bir tarafı iklime ve mevcut su kaynaklarına bağlıyken diğer yanı insanların su kaynakları üzerine etkisi ve kuraklık karşısında ne kadar hazırlıklı olduğuyla alakalı. İklim değişikliğinin kaçınılmaz etkilerini lokal çabalarımızla değiştiremeyiz. Alanya’nın iklimi kısa vadede çarpıcı olarak değişecek. İleriki nesiller için doğayla uyumlu bir yaşam tarzına geçmemiz gerekse de yakın dönem için yapabileceğimiz şey kuraklık riskini arttıran toplumsal davranışlarımızın farkına varıp gerekli önlemleri en kısa süre içerisinde almak. Bu yazıda risk faktörlerini yeraltı sularının yoğun ve kaçak olarak kullanılması, kuraklığa karşı afet yönetimi ve planlama eksikliği, tropikal meyve üretimine teşvik ve tarım arazilerinin imara açılması çerçevesinde inceleyeceğim.

-Varsa Yoksa Yeraltı Suyu

Önceki yazılarda da bahsettiğim üzere, Alanya’daki tarım yeraltı su kaynaklarına fazlasıyla bağımlı durumda. Akdeniz ikliminin yarı kurak koşulları ve yerüstü sularına erişimin kısıtlı olması, çiftçileri yeraltı sularını kullanmaya itiyor. Son dönemde bol sulama isteyen tropikal meyve üretiminin artışıyla beraber, suya olan talep günden güne artıyor. Yaptığım bir röportajda, tropikal meyve üretiminde artıştan dolayı, Yeşilöz bölgesinde 10 yıl önceye göre kuyu sayısındaki artışın %1000 oranında olduğu iddia edildi. 2022 yazında Dim Barajı Sulama Projesi’nin henüz bölgeye ulaşamamasından dolayı, çiftçiler özellikle muz ve avokado sulamasında yeraltı suyu kullanmak zorunda kalıyordu. Bu yoğun kullanım sebebiyle, 60-70 metreden çekilen sular artık 250-300 metreden çekilmek zorunda kalıyor. Aynı zamanda bölgedeki çaylar dereler kurumaya başlıyor.

Bu konuda bir tedbir alınmaya çalışılsa bile kaçak kuyu sayısının fazlalığı durumu karmaşıklaştırıyor. 2021 yılındaki bir röportaja göre, Alanya’da yaklaşık 3000 kayıtlı ve 2000 kaçak kuyu var. Kayıt dışı kuyuların ana sebeplerinden biri olarak bürokrasinin yavaşlığını söyleyebiliriz. Yeni kuyu açtırmak isteyen bir çiftçi süreci Antalya’dan halletmek zorunda ve bu süreç yaklaşık 1 ay sürüyor. Yazın kuyusu kuruyan veya tuzlanan br çiftçi, 1 ay bekleyip tüm ürününü kaybetmek yerine kaçak kuyu açmayı tercih ediyor. Böylelikle kullanılabilir su miktarı dramatik bir şekilde azalıyor.

-Alanya’nın Afet Politikaları Yeterli mi?

Çiftçilerle yaptığım röportajlarda kuraklığa karşı merkezi ve yerel yönetimlerin nasıl önlemler aldığını sordum. İstisnasız her üretici kuraklığa karşı bir önlem alınıyorsa bile bizim haberimiz yok dedi. Devlet yetkilileriyle yaptığım görüşmelerdeyse Antalya merkezli bazı çalışmalar olsa bile, asıl olarak ulusal düzeyde kuraklık riskine karşı önlemler alındığını söylediler. Kısacası, Alanya’nın dinamiklerini bilmeyen Ankara’daki Antalya’daki bürokratlar, Alanya’daki kuraklık tehlikesini azaltmak adına karar alıyorlar, ki alınan kararlar ne kadar uygulanıyor meçhul.

Alanya’da özellikle tarımı etkileyen kuraklığa karşı nasıl önlemler alındığına ve krizin nasıl yönetildiğine dair ipuçlarını 2020 yazında deneyimledik. O dönem kuraklığın etkileri ağır şekilde hissedildi. Yerüstü su kaynaklarına ulaşamayan birçok çiftçinin kuyusu kurudu ve bitkilerini sulayamadılar. Bu dönemde ürününü kaybetmek istemeyen çiftçi tankerlerle su taşıdı bahçesine. Bir başka deyişle taşıma suyla değirmenlerini döndürmeye çalıştılar. Bu tankerleri de devlet veya yerel yönetim göndermedi, üreticiler kendi paralarıyla emekleriyle karşıladılar. Kısacası afet yönetiminde sınıfta kaldık. Böylelikle kuraklığın etkileri daha fazla hissedildi.

-Yer Gök Tropikal Meyve

Alanyalı olmayan birine bu bölge sorulduğunda, aklına ilk olarak kum, deniz ve güneş ardındansa muz ve avokado gelir. Bu algı bir günde gerçekleşmedi. Muz üretiminin popülerleşmesini önceki yazılarımda bahsettim. Sistematik olarak çok para kazandıran tropikal meyvelerin teşviki uzun yıllardır gerçekleşiyor. Bu sadece devlet teşviki değil, aynı zamanda medya ve bilimum yöntemle Alanya’nın “tropikal meyve cenneti” olması adeta beynimize kazındı. Alanya avokadosu ve muzu diye coğrafi işaret var. Biri de çıkıp demedi mi bunların birinin anavatanı Meksika diğerininki Güneydoğu Asya? Sırf para kazandırıyor diye, sanki binlerce yıldır bu bölgede avokado yetiştiriliyormuş gibi reklam yapılıyor.

Muzdan para kazanamayacağını düşünen üretici de ya avokado ekiyor ya da mango. Fakat kimse bu bitkileri bu kadar yoğun şekilde yetiştirirsek ne olur, çevreyi etkiler mi diye sormuyor. Madem para kazandırıyor, o zaman dağa taşa sera kuralım, su olmayan yere 1000 fidan avokado dikelim. Her şeyden önce Alanya’nın iklimi tropikal değil, Akdeniz iklimi. Sıcaklığı ve nemi uygun diye tropikal meyve üretimine uygun olmuyor. Bu ürünler bol su ister. 300 metre derinlikten su çekerek sürdürülebilir bir üretim yapamazsın. Eğer o derinlikten çekersen, yakında domates, patlıcan yetiştirecek suyu bulamazsın. İşin özü Alanya’nın kuraklaşmasının en büyük sebeplerinden biri, çok su isteyen tropikal ürünlerin bu kadar fazla yetiştirilmesi.

-İnşaat Sektörünün Tarıma Karşı Üstünlüğü

Turizm ve tarımın yanı sıra, Alanya ekonomisinin bir diğer yapı taşı inşaat sektörü. Özellikle son yıllarda yerli ve yabancılardan yoğun göç alması ve talebin artması sonucunda, her yer inşaat olmuş durumda. Şehir planlamasının bütüncül şekilde yapılmaması, kontrolsüz büyüyen şehirde ikincil sorunlara yol açıyor. Bu sorunlardan biri tarım arazilerinin imara açılması. Çiftçiler dönümden yılda 50.000 lira kazanmaktansa iki daire karşılığı arsasını müteahhite veriyor. Örneğin 2010’da planlanan Dim Barajı Sulama Projesi’nin içinde yer alan tarım arazilerinin yerinde artık koca koca binalar var. Bu yüzden tarımsal üretim de başka yerlere, yerüstü suyunun olmadığı bölgelere kaymak zorunda kalıyor. Çiftçi orada yeni kuyu açıyor, bu sefer yeraltı suları azalıyor. Kuraklıkla direkt bağlantısı olmayan şehrin plansız büyümesi bile Alanya’yı susuz bırakıyor.

Sonuç olarak iklim değişikliğinin yanı sıra Alanya’nın susuz kalma riskini yaratan bizleriz. Gerek suyu nerde, nasıl ve ne için kullandığımız, gerekse olası bir kuraklık afetinde nasıl bir yol izleyeceğimizi kararlaştırmamamız, tehlikenin boyutlarını arttırıyor. Bir sonraki yazıda, bu kadar karamsar olmak yerine neler yapabiliriz ve bu sistemde neleri değiştirebiliriz üzerine duracağım.