Yirmi dört saat siyasetin konuşulduğu bir ülkeyiz artık. Misafirliğe gittiğinizde dahi herkes siyaset konuşur. Olağanüstü analizler, uzman bakışlar da yok değil. Ama neden bizler sadece bunu konuşuyoruz?

Ekonomik kriz ve ekonomik krizi fırsata değil fırsatçılığa çevirenlerin yanına kar kalan her şey yaşamı daha da zorlaştırıyor. Böylece siyaset evin duvarlarına çıkmayacak şekilde sinmiş oluyor. Siyasilerin attığı her yanlış adım ise ülkeyi uçuruma daha da yaklaştırır. Gerçek iş yapanlar, iyi iş yapanlar, boş konuşanlar ve tüm bunların yanında bedavacılar...

Adaleti sorguluyoruz. Bir birey olarak kendimiz ne kadar adiliz, bakmak gerekir. Gerçekten herkes kendi gücü kadar mı zulmeder? Dünya üzerinde açlıkla ciddi anlamda boğuşan coğrafyalara zulmeden kimlerdir? Sömürülmesine yıllarca susanlar, takıları, pırlantaları ile gözleri kamaştıran kimseler ; kanlı elmasın öyküsünü biliyor mu?

Konu konuyu açıyor. Dönelim ülkemize. Tüketim çılgınlığına bir bakalım. Elbette her canlı güzel yaşamayı hak eder. Ama bunun mümkün olmadığını herkes de bilir.

Bizden önceki nesil yaşadığı zorlukları anlatıyor. Bizim nesil de payına düşeni aldı ama bizden sonraki nesli hayli zor bir hayat bekliyor.

Ocak ayı bitmek üzere ve kış henüz gelmedi. Kuraklık kapıya dayandı. Betonlaşma ile nereye kadar? Zaman aleyhimize artık. Belki de nihayet birlik olmayı öğrenmeliyiz. Yapılan masrafları ülke içinde tutmayı deneyelim. Mesela yabancı markalar yerine yerli ürünleri tercih edelim. Seçimlerden önce de sonra da bu ülke yine bizim. Çantayı alıp gitmek değil, çantayı alıp gelmek olsun işimiz.

Zorluklar daima olacak. Özellikle dünya artık asla eskisi gibi olmayacak. Bilim insanlarının kötü senaryolarından biri su ve gıda savaşlarının olacağı yönünde. Toprakları bırakıp kentlere gidenler artık geri dönmeli. Sorun çok ve gelin tüm bunları el birliğiyle halledelim.