Sevgili okurlar, bu hafta çoğumuzun hayatının önemli bir parçası haline gelen cep telefonları hakkında sizlerle küçük bir değerlendirme yapalım istiyorum. Yazımıza başlamadan önce kendinize şu soruyu sormanızı isteyeceğim: ‘Cep telefonum olmasa hayatım nasıl olurdu?’
Yakın bir geçmişe kadar, cep telefonları bu kadar yaygın değilken, tuğla büyüklüğünde telsizli ve sadece konuşma ve mesajlaşma yapılabilirken, bu aletlerin günümüze kadar geçirdiği değişim ve gelişim gerçekten inanılmaz. Her an, her saniye elimizden düşürmediğimiz cep telefonu ile insan arasında kurulan bağ, psikoloji ve davranış bilimi tezlerine konu olacak cinsten. Tüketici yelpazesi o kadar geniş bir ürün ki, cep telefonu verilen bebekler bile ağlamayı kesip, bu aleti kullanma hevesi içerisine giriyorlar (Bebeklere cep telefonu vermek doğru bir davranış değildir. Zihinsel gelişimlerine zarar verdiğini gösteren araştırmalar mevcuttur.) Orta yaş üzeri kesim de artık bu teknoloji karşısında direnmekten vazgeçmiş gibi. Sosyal medyada, paylaşım sitelerinde, whatsapp gruplarında, hatta öz çekimlerde en önde, sadece gençleri görmüyoruz artık.
Yeri gelmişken, bu hafta edindiğim bir deneyimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu hafta içerisinde birkaç günü cep telefonumu yanıma almadan geçirdim. Sabah evden çok önemli bir parçamı geride bıraktığım hissiyle çıktım. Bir süre yanımda cep telefonum olmayışını unutmaya çalıştım. ‘Ya çok önemli bir şey olur da benim haberim olmazsa!’ kaygısını bir türlü yenemedim. Acaba sosyal medyada neler oluyordu? Birisi bana ulaşmaya çalışıyor muydu? Telefonu yanına almamak da neydi? Herkes ilk boşlukta telefona sarıldığında ben ne yapacaktım? Kendi kendime ‘bu yaptığın iş değil’, ‘ne gerek vardı’ diye söylendim. Akşamları eve döndüğümde telefonumun ekranı beni nasıl karşılayacaktı acaba? Cep telefonu olmadan nasıl yaşıyorduk? Eski zamanların insanları ne kadar sabırlıymış…
Sonuç olarak bu kaygı ve huzursuzluk haliyle, eksiklik hissiyle günler geçti, eve döndüğüm her gün, telefona baktığımda, pek de hayati şeylerin olmadığını, kaygılarımın yersiz olduğunu gördüm. Peki beni derinden etkileyen bu ayrı kalmanın asıl sebebi neydi? Bizler farkında olmadan telefona karşı bir bağımlılık geliştirmiş olabilir miydik? Ya da elimiz kolumuz gözümüz kulağımız gibi algı dünyamızda ‘cep telefonları bizim bir organımız halini almış olabilir miydi?’ Teknolojinin muazzam ve henüz ön göremediğimiz gücünü ucundan kıyısından da olsa hissetmek aklıma şu soruları da getiriyordu; İleride insanları teknolojiden mahrum bırakmak bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılabilir miydi? Teknoloji direkt olarak psikolojik baskı unsuru olarak kullanılabilir miydi? Teknoloji bağımlılığı klinikleri yaygınlaşabilir, teknoloji yoksunluğu tedavi yöntemleri kuramsallaşabilir miydi?...
Tüm bunların yanında pek tabi ki cep telefonu dediğimiz ‘canavar’ yada ‘öcü’ de değildir. Bugün bankacılık işlemleri, devlet dairelerindeki işlemler ve hatta günlük alışverişlerimiz bile, ceplerimizdeki telefonlar sayesinde çok daha kolay. Bu aletlerin yaşamı kolaylaştıran tarafı cazibesini daha da artırıyor haliyle. Benim garipsediğim nokta şurası; Cep telefonuna bakmaktan bir kafede arkadaşlarıyla oturup muhabbet edememek, ailecek bir şeyler paylaşamamak, dış dünyadaki güzellikleri sadece ekrandan ‘layklamak’, elinden cep telefonu alınınca dünyası kararmış gibi olmak… Sözün kısası, mevzu sadece telefon değil aslında ‘her şeyin fazlası zarar.’ Ölçüyü tutturabilmek işin püf noktası.
Not: Son zamanlarda, cep telefonlarıyla gereğinden fazla ilgilendiği gerekçesiyle gençlere kızan, gençlerin bu durumuna serzenişte bulunan büyüklerimiz de, bu aletin cazibesine kapılmış gibi görünüyor. Boynuz kulağı geçer mi? Ne dersiniz? Haftaya görüşmek üzere…