Alanya için kuraklık tehlikesi kaçınılmaz bir gerçek. Gerek iklim değişikliğinin etkileri, gerekse mevcut su kaynaklarının kontrolsüz şekilde kullanılması, bu tehlikenin her geçen gün artmasına sebep oluyor. Son yıllarda bile çiftçiler kuraklığın etkilerinden yakınmaya başladı. Peki Alanya’nın çölleşmemesi için neler yapabiliriz? En genel açıdan bakarsak elimizde iki seçenek var. Ya elimizdeki su kaynaklarını çevreye zarar vermeden arttıracağız ya da başta tarım alanında olmak üzere radikal değişimler yaparak kuraklık riskini azaltacağız.

-Yağmur Suyu Hasadı Derman Olur Mu?

Elimizdeki kullanılabilir su kaynaklarını arttırmak adına ilk yöntem yağmur suyunu toplama olarak görülebilir. Çok büyük yatırım gerektirmeyen bu proje, çiftçilerin yeraltı suyuna bağımlılığını azaltmak için bir alternatif aslında. Akdeniz bölgesinde en az 6000 yıldır kullanılan bu sistem, en basit şekliyle anlatılırsa yağmur suyunu toplayıp belirli bir depoda tutma şeklinde işliyor. Çiftçilerin bireysel olarak uygulayabileceği bu yöntem, maalesef tropikal meyve üretiminde uzun vadeli bir çözüm değil. Yaklaşık 8-10 tonluk su deposunun olduğunu belirten bir muz üreticisi, yazın su sıkıntısı olduğu dönemlerde, deponun dibini iki sulamada gördüğünü belirtiyor. Yakın gelecekte susuz günlerin artacağını düşünürsek, her ne kadar yağmur suyu hasadı ve depolama sistemi iyi bir alternatif olsa da, tropikal meyve üretiminde günü kurtarmaktan başka işe yaramıyor.

-Dibimizdeki Alternatif: Deniz Suyunun Arıtılması

Mevcut su kaynaklarımızı arttırmanın bir başka yolu, deniz suyunun arıtılarak içme suyu ve sulama alanlarında kullanılması. Alanya gibi Akdeniz iklimine sahip ve muz üretimi gerçekleştirilen bir başka bölge olan Kanarya Adaları (İspanya), deniz suyunun arıtılmasını bir süredir kullanıyor. Hatta bölgedeki muz tarlalarının %30’u bu suyla sulanıyor. Deniz suyunun arıtılması ucuz bir alternatif değil, büyük yatırımlar ister. Bu yatırımların bireysel katkılarla gerçekleşmesi zor, eğer gerçekleşecekse devletin bu işe el atması lazım. DSİ yetkilisiyle yaptığım görüşmede, bu tarz bir yatırımın gerçekleşmesi için, Alanya’nın su ihtiyacının doğru şekilde belirlenmesi gerektiğini söyledi. Kayıtdışı üretimin yoğun olması, kaçak kuyuların fazlalığı ve plansız üretimden dolayı tarımsal su ihtiyacı net olarak belirlenemiyor. Bu sebepler yüzünden yüksek maliyetli bir yatırımın gerçekleşmesi zor gözüküyor.

-Üreticinin Sesi Dinlenmeli

Su kaynaklarını arttıramıyorsak, su yönetimini değiştirmemiz lazım. Alanya’nın su sorununu Ankara’daki, hatta Antalya’daki bürokrat nasıl anlayabilir? Yaptığım röportajlarda muzcuların iddiasına göre, ilçe tarımdakilerin bile çiftçilerin sorunlarından anladığı yok. Klimalı ofisinde tüm gün oturan biri zaten çiftçinin halini anlayamaz. Yapılması gereken, işin teorik alandaki profesyonelleriyle üreticilerin sahada, yani toprakta bir araya gelmesi. Çiftçinin sadece su konusunda değil, her konudaki derdini yerinde dinlemeli, görüp analiz etmeli. Böylelikle hem üretici sesini duyurabilir hem de çözümler bürokrasi sarmalına takılmadan lokalde bulunabilir.

Aynı zamanda üreticinin karar alma mekanizmasında bulunması lazım. Ülkenin mevcut sisteminde, bu mekanizmanın içine girmek kolay değil. Fakat kooperatifleşmeyle bu başarılabilir. Üreticiler birlik olmadığı sürece başkaları onlar adına konuşmaya devam edecek. Taban-tavan fiyatları piyasa belirleyecek, baraj suyu bahçesine ulaşmayacak. Adil ve muz ağasından bir dönümlük bahçesi olan herkesin eşit söz hakkı olduğu bir sistem kurulmadıkça, gerek kuraklaşma konusunda gerek girdi masraflarının yükselmesinde mağdur olan üretici olacak.

Tüm bunların yanı sıra, hemen şimdi afet yönetim planının belirlenmesi lazım. DSİ, tarım ilçe müdürlüğü, belediye, ALTSO, akademisyenler, üreticiler ve diğer tüm paydaşların buluşup ortak bir planda mutabık olması gerekli. Hem bilimsel hem de sosyo-ekonomik yanlar ele alınıp acilen kısa ve orta vadeli stratejilerin belirlenmesi gerekiyor. Bu planın hazırlanmasında ne kadar geç kalınırsa, mağduriyet çekecek insan sayısı da o kadar artar.

-Lokal Eğitimin Temeli: Tarımsal Araştırma Enstitüsü

Alınabilecek bir başka önlem, lokal bir araştırma enstitüsü kurulması. Bu enstitü, sadece Alanya bölgesindeki tarım dinamiklerini araştırıp bilimsel çalışmalarını dört duvar arasında değil, toprakta gerçekleştirecek bir eğitim sistemine sahip olmalı. Yaptığım bir röportajda, Antalya’da ziraat mühendisliği okuyan öğrencilerin, hayatında muz serası görmeden mezun olduklarını duydum. Çiftçilerin toprağını emanet ettiği mühendisler bile gerçeklere bu kadar yabancıyken, saha çalışması yapan bir enstitünün kurulması şart. Bu enstitüde hangi ürün ne kadar su ister, hangi toprakta daha iyi yetişir, en verimli sulama yöntemleri ne gibi araştırmalar pilot tarlalarda deneysel şekilde analiz edilip çiftçiye en doğru bilgi ulaştırılabilir. Özellikle kimyasal kullanmadan, doğal ve bütüncül yöntemlerle tarımın teşvik edilmesi, kuraklık riski karşısında önlem almanın yanı sıra doğayla daha uyumlu üretimin de mümkün olduğunu gösterecektir. Böylelikle Alanya’da tarım sektörü, daha bilinçli ve çevreye zarar vermeyen yöntemlerle sonraki nesillere sağlıklı bir gelecek sunabilir.

-Tropikale Değil Yerele Teşvik

Alanya’nın çölleşmesindeki en önemli etmeni en sona koydum. Orantısız şekilde tropikal meyve üretimi ve bunun sürekli ve sistematik şekilde teşvik edilmesi Alanya’yı kurutuyor. Son çıkan haberlere göre bu yıl 80 milyon avokado üretilmiş ve hedefin 100 milyon üretim olduğu söyleniyor. Plansız avokado üretiminin nehirleri, yeraltı sularını kuruttuğu örnekler mevcut. Şili’nin Petorca Eyaleti, avokado üretimine teşvik yüzünden çölleşti, insanlar içecek su bile bulamaz hale geldi. Yarı kurak iklime sahip Alanya’da (ki iklim değişikliğinin etkileriyle daha az yağış ve yüksek sıcaklıklar bekleniyor), avokado ve muz gibi tropikal meyvelerin en çok yetiştirilen tarımsal ürünler olması akıl alır gibi değil. Sırf daha çok para getirisi var diye gelecek nesillerin suyunu çalmanız kabul edilemez. Sanki yetiştirilecek başka ürün yokmuş gibi, herhangi bir araştırma yapmadan, çevreye etkileri detaylıca irdelenmeden her yere tropikal bitki dikmek ya cehaletten ya da kötü niyetlilikten kaynaklanıyor.

İlk yapılması gereken, tropikal meyve teşvikine acilen son verilmesi. Alanya’daki tüm kurumların, bilinçli veya bilinçsiz, el ele vererek yaptığı bu propaganda bazılarının cebini doldururken koca bir toplumun geleceğini karartıyor. Asıl teşvik edilmesi gereken ürünler, binlerce yıldır bu topraklarda yetişen ve kuraklığa dayanıklı zeytin ve keçiboynuzu olmalı. Zeytin ve keçiboynuzu ağacı hem Alanya’nın bitki örtüsünün doğal parçalarıyken ekonomik anlamda da getiri sağlıyorlar. Bu teşviklerle yeni bir bilinç oluşması yeterli değil. Tropikal meyve üretimine ağır bir kontrol mekanizması gelmeli. İlk aşamada yeni fidan dikimi kısıtlanmalı, hatta yasaklanmalı. Mevcut üreticileri mağdur etmeyecek bir geçiş dönemi politikası yaratılmalı. Özellikle yeraltı suyu ile tropikal ürün yetiştirmenin kademeli olarak ortadan kalkması lazım. Üretilecek muz ve avokado, yerüstü sularına erişim olan bölgelerde ve kullanılacak toplam suyun miktarı bilimsel araştırmalarla hesaplanarak kısıtlı şekilde yapılmalı. Tabii ki de bu süreç, tüm paydaşlar dinlenerek ve mağduriyetin en aza indirilmesiyle gerçekleşmesi gerekiyor. Fakat radikal kararlar alınmadığı sürece çölleşecek bir Alanya bizi bekliyor.

Sonuç olarak, nasıl şu an kuraklaşma tehlikesiyle karşı karşıya olmamızın sebebi bizlersek, geleceğimizi kurtarabilecek yegane sorumlular da bizleriz. Elimizi taşın altına koymadığımız, maddi kaygılar yüzünden gerçekleri hasır altı ettiğimiz sürece, Alanya’yı yaşanılamaz bir yer haline getiririz. Umuyorum ki tüm kuyularımız kurumadan suyun değerini anlayabiliriz.