Kendimiz iyiliği yaşayacağız, öğrettiklerimiz de yaşayacak. Bu da işin uygulama kısmı. Bir de yaşamayanların topluma zarar vermesini engellememiz lazım. Biz buna medeniyetimizde nehy-i münker diyoruz. Şu güzel şeyi yap. Yapılması için de destek vermek, hatta icabında ikaz:
Emr-i mârûf…
Bir de nehy-i münker var:
"Onu öyle yapma bakalım. Çekil oradan, ayıptır!" demek gerekiyor.
Mesela komşunun camını kırmaya kalkıyor. Komşunun duvarına tırmanmış. Sen de camiye gidiyorsun. Çocuk senin gözüne bakıyor.
"İn bakalım oradan! Başkasının meyvesi alınır mı? Ayıp değil mi? Hadi bakalım. Babana söylerim sonra…"
Bu nedir?
Bu da bir nehy-i münkerdir. Çocuk yoksa oradan elma, erik çalacak. Küçük bir şey ama alışması doğru değil. Yaptığı iş prensip itibariyle doğru değil. Engellememiz lazım. Onun için bizim eski toplumumuzda, mahallelerinde herhangi bir kötülüğü yaptırmazmış mahalleli. Hatta delikanlılar âdetâ sokaklarında nöbet tutarmış ki herhangi bir gayrımeşru iş olmasın, kötü insan oralara gelmesin diye gayret ederlermiş. İşte başkalarına kötülüğü yaptırmamak, iyiliği yaptırmak hususunda da bir fonksiyon icra etmek, bir gayret göstermek… Bu da İslâm'ın çok çok önemli bir emridir. İnsan bunu yapacak sevap kazanacak.
Nasıl sevap kazanacak?
Bir insan bir kimsenin iyi bir şeyi yapmasına sebep olursa onun kazandığı sevabın bir misli ondan hiç eksiltilmeden kendisinin defterine yazılacak. O halde biz iyiliklerin yaptırımında çok kâr ediyoruz. Defterimize iyiliklerimiz yazılıyor. Bir de başkalarını iyiliğe çekmişsek, onların yapmış olduğu iyiliklerin de sevaplarının kopyaları bizim hesabımıza geçiyor. Onun da yaptığı kadar, kazandığı sevap kadar sevap bizim defterimize yazılıyor.
Ne oluyor?
Biz sanki bir insanın sevabı kadar sevap kazanmıyoruz, ne kadar insanı etkilemişsek onlar kadar -bin, on bin, yüz bin insan kadar- sevap kazanıyoruz. Muhteşem bir şey!
Bu kadar büyük sevaplar kazananlar var mı?
Var!
Mesela İmâm-ı Gazzâlî'nin ben hayranıyım şahsen. İmâm-ı Gazzâli'nin kitapları herkesin kütüphanesinde vardı bir zamanlar. İhyâu ulûm'u vardır. Kimyâ-yı Saâdet'i vardır ve diğer eserleri vardır. Onları okuyunca siz, "şunu da yapayım, bunu da yapayım" diyorsunuz. İlminiz artıyor. Güzel birtakım şeyleri yapmaya karar veriyorsunuz. Kötü şeyleri yapmaktan vazgeçiyorsunuz. Bir sevap kazanıyorsunuz ilminizi uygulamaktan. İmâm-ı Gazzâli de 1111 yılında vefat etmiş. Bundan ne kadar asır önce… Ama o da siz o iyiliği yapınca sevabı hemen alıyor. Türkiye, Pakistan, Arabistan, Afrika, Avrupa, Amerika var… Dünyanın her yerinde onu okuyan insanlar var. O halde düşünün ne kadar muazzam sevaplar geliyor. Buradan da anlıyoruz ki bir âlim, insanları doğru yola çeken, insanlara iyiliği öğreten bir insan çok muazzam sevaplar kazanıyor. Hakikaten de "İlmin rütbesi İslâm'da en yüksek rütbedir." denilmiş o bakımdan.
Biz ne yapacağız?
Yaşayacağız, öğreteceğiz, uygulayacağız, uygulattıracağız. Kötülüğü de yaptırmamak için aktif olacağız. İşte en ileri vatandaş çehresi… Hani modern ülkelerde iyi vatandaş, iyi insan… Yazılanların içinde bu kadar güzel, aktif prensip var mı? Bu kadar insana sorumluluk yükleyen bir anlayış var mı?
Bizim dinimizin aslı böyle. Biz başkasının yaptığı günahtan dahi elem duyuyoruz. Onun yapılmaması için elimizden gelen tedbiri almakla vazifeli olduğumuzu hissediyoruz ve o hususta gayret gösteriyoruz, göstereceğiz. Göstermemiz lazım.
Başka bir kutlu söz de:
"Herhangi bir davetçi, çağırıcı, kılavuz, önder ki "Bir dalalete, kötülüğe çağırmış."
Ortaya çıkmış, çığırtkanlık, davetçilik yapıyor. Sevk etmeye çalışıyor kendisini dinleyenleri.
Nereye ama?
Dalalete, kötülüğe, şaşkın bir işe, günah olan bir şeye…
Bazıları da onu duyuyorlar; "A! tamam, güzel, ben de geleyim, ben de yapayım," diye ona tâbi oluyorlar, davetine icabet ediyorlar. Günahı işlemeye yöneliyorlar. O davet etti, ötekiler de yöneliyor.
"İşte o davet eden kimseye, kendisine tâbi olanların işlediği günahların veballeri, günahları kadar günah da yüklenir."
"Ama o günahı işleyenlerin de günahlarında bir azalma olmadan, eksiltme olmadan, o günahı işleyenin defterine yazılıyor."
Selam olsun iyiliğin peşinde olanlara...