“İnsan fıtratında hız yoktur, insanın fıtratı olup bitenleri anlamaya ayarlıdır.” Kemal SAYAR Hemen her alanda teknolojinin de gelişmesiyle hızlı yaşamlar idealize edilerek hızlı yemek yemeye, hızlı hareket etmeye, koşuşturmaya; öyle ki kendimize vakit ayıramamaya başladık. Hepimiz hayatın hızına yetişemediğimizden yakınırken, hızlı yaşamaktan hiçbir tat almadığımızı, zamansızlık problemi yaşadığımızı söyleyip dururken Mark Beton’un sözleri geliyor aklıma, “Zamanın hızına ayak uydururken, aslında hayatımızın hızından uzaklaşabiliyoruz.” Aslında acil olduğunu düşündüğümüz durumlarda, yavaşlamayı sanki lüks gibi algıladığımız için, bunun zorunlu bir ihtiyaç olacağını düşünmeyiz. İnsan artık öyle bir hale geliyor ki, yaptığı işlerin tadını, acelecilikten dolayı gerçek anlamda duyumsayamıyor. . “Hızlı yaşamak, yaşadığımız anları kaçırmamıza neden olabilir.” Yavaşlamak, olayları daha derinlemesine düşünme ve farkındalıkla yaşama şansı tanır. Aslında olması gereken insanlarla, yaşam ile gerçek bir bağ kurmak... Nasıl mı derseniz? Mevlânâ’nın da dediği gibi, “Ey tez canlı, aceleci, ham kişi! Bir dama bile basamak basamak merdivenle çıkılır. Tencereyi ocakta yavaş yavaş ustaca kaynatmak gerekir. Delice kaynayan tencerenin pişirdiği yemekten hayır gelmez.” Tabi ki bu hızlılık duygusal dengemizi de alt üst eder. Duygusal denge hayatın temel direğidir. Yavaşladığımızda ve duygusal tepkilerimizi fark ettiğimizde yaşamımızı ne kadar anlamlandırdığımızı göreceğiz. Bunu yaptığımızda kendi içsel dünyamıza dönüp ve ihtiyaçlarımızı anladığımızda daha sağlıklı bir denge kurabiliriz. Hayatın koşturmacası içinde, Mark Beton’un da dediği gibi, “Yavaşlayarak, aslında daha çok şey kazanırız.” Gerçekten yavaşlamak, yaşamın derinliklerine inmemizin ve anın tadını çıkarmamızın bir yolu olabilir. Bu, sadece kendi içsel dünyamızı keşfetmemize değil, aynı zamanda etrafımızdaki dünyayı daha iyi anlamamıza da olanak tanır. Birçok kez duyduğum bir hikayeyi bu anlatmak istediklerimin özeti gibi bugün sizlerle paylaşıyorum. Meksika’da İnka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup, yerli rehberlerle yola koyulur, kısa sürede dağın tepesine uzanan yolun yarısına varırlar. Aynı hızlı tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturur ve böylece beklemeye başlarlar. Avrupalılar buna bir anlam veremezler! Saatler sonra yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola çıkar ve sonunda tepenin üstündeki görkemli İnka tapınaklarına varırlar. Arkeologlardan biri yaşlı olan rehbere sorar; “Hiç anlayamadım, niye yolun ortasına oturup saatlerce bekledik?” Yaşlı rehberin cevabı; “Kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden uzakta kaldı. Oturup, onların bize yetişmesini bekledik.”Ve şimdi sizleri “yavaşlamaya, hayatın içerisinde görülmeyeni, fark edilemeyeni fark etme çabasına” davet ediyorum.