Deprem anını yaşayanların neler hissettiğini ölçmemiz mümkün değil.
Arama kurtarma ekiplerinin karşılaştıkları ve hissettiklerini de aynı şekilde anlamamız, anlatabilmemiz zor.
Deprem bölgesinde Osmaniye, Kahramanmaraş ve Hatay’a giden birisi olarak gördüklerimi yazıya dökebilmem bir haftamı aldı.
Yaşanmamış olmasını dilediğim depremin vurduğu enkaz şehirlerden ruhum enkazla döndü.
Kulağımda ‘Şehir bitti’ diye tekrarlanan sözlerin manasını şehirleri gözlerimle gördükten sonra anlayabilmiş olmanın acısı ile döndüm geriye.
Bir haftadır aklımdan çıkmıyor; uçuşan perdeli yıkık evler, pencere kenarına konmuş seyirlik koltuk takımlarının kırık ayakları…
Yol ilerledikçe tepesinde çokça insanın olduğu enkaz binalar, siyah ceset torbalarının elden ele enkazdan indirilmesi…
Mezarlıkta dağa dönüşmüş kefen bezi topları, yan yana yatırılmış kayıp bedenler ve onların başında duaya durmayı bekleyen yakınları…
Ara sokaklarda yere tomarla bırakılmış yardımlık kıyafetler, ilerledikçe görünen çadır kentler, aş sırası bekleyen insanlar, enkaz başında nöbet tutanlar…
Kocaman binaların yerin altına nasıl indiğini anlatmak zor!
Hepsinden önemlisi gözlerdeki çaresizlik, yüzlerdeki şok ifadesi.
Depremin beşinci günü gittiğim Kahramanmaraş’ta iki erkek kardeşi, iki yengesi ve üç yeğenini birkaç saat önce toprağa veren Yusuf ile karşılaştık.
İçin için ağlayan gözleri ve bitkin bedeni ile ailesini kaybettiğini anlatmaya çalıştı. Konuşmaya devam edemedi çünkü boğazına düğümlendi sözler.
Deprem anında yaşadığı binadan sağ çıkan Yusuf ‘Aklıma ilk olarak abimler geldi. Koşarak gittim yaşadıkları yere‘ dedi. Cumhuriyet Bulvarındaki yüksek katlı binalardan birisinde yaşıyorlarmış. Binaya yaklaşınca yıkıldığını fark ettiği an ateş düşmüş içine.
Bir ses, bir yaşam belirtisi alabilmek için çabalamışlar, sonuçsuz kalmış.
Beşinci gün enkaz altından çıkartılmış yedi kişilik ailenin cansız bedeni.
“Boğulmuşlar, dumandan boğulmuşlar sanırım”. diyebildi.
‘Nasıl? dedik?
Ağlayarak anlattı; “Apartmanın altında ekmek fırını vardı. Sabah ekmeği için ateş geceden yakılmış. Deprem anında fırından yayılan dumandan adeta yanmışlar, boğulmuşlar” dedi.
Anlatılan bir film sahnesi değil, gerçekti. Diyecek söz bulamadık, oracıkta, öylece buz kestik.
Ne söylesek anlamsızdı.
Osmaniye, Hatay ve Kahramanmaraş’a, depremden önce yaptığım seyahatlerde yürüdüğüm caddeler adeta yok olmuştu.
Hatay’da ayakta görünen hemen hemen her binada da hasar vardı. Yıkılmış, ortadan ayrılmış, yan yatmış, yarısı çökmüş… Ama mutlaka hasar almıştı. Bu binalar arasında ateş yakmış insan toplulukları ailelerinin enkazdan çıkmasını bekliyordu.
Girdiğimiz yollardan çıkmaya çalışırken yıkılmış bina duvarındaki ‘1 ölü’ yazısı ile göz göze geldim.
Enkazda canlı yoktu… Çalışma yapacak kepçe operatörüne yazılmıştı ok yönündeki ‘1 ölü’ mesajı…
Binlerce insanın öldüğü depremde herkesin başka bir hikayesi vardı.
Hepsinin ortak hikayesi ise şimdi değil, başka vakitti.