Sınırlarımızı korumak ve kontrol etmek bazen günlük hayatta bile zorlaşabiliyorken, “gerçekliğini” sadece önümüzdeki ekran üzerinden algılayabildiğimiz sosyal medya ortamında sınır konusu daha da karmaşık bir hal almakta. Düşüncelerimizi sanal ortamda paylaşırken daha “özgür” hissedebiliyor, canlı kanlı karşımızda konuşan bir insana cevap verirken “söylemeseydi” demiyor/diyemiyorken; bizi ekrandan gören bu kişiye “paylaşmasaydı” daha kolay diyebiliyoruz. Bu “rahatlık”ta, sanal ortamdaki birinin muhtemel öfkesinin bize zarar verme ya da bizi “sevgisizliği” ile cezalandırma ihtimalinin “gerçek” hayattan çok daha az olmasının etkisi büyük.

Bize açık olarak yapılan paylaşımların, düşüncemizi paylaşmamız için bir “davet” olduğunu ya da yorum yapma “serbestiyet”i getirdiğini düşünebiliriz (kişinin özel hayatını dışında tutuyorum). Ancak yorumlarımızın ve yorum yapma şeklimizin, tepki mi yoksa cevap mı olduğunun ayrımını yapmak önemlidir. Klasik öğretiyi hatırlamakta yarar var; bizim özgürlüğümüz başkalarının başladığı yerde biter.

Sosyal medyada herhangi bir gönderiye yorum yaparken motivasyonumuzu fark etmemiz gerekir. Bazen sahip olmadığımız bir şeye sahip olan biri öfkemizin “nesne”si, bazen de sahip olduğumuz şeye sahip olmayan biri narsisistik duygularımızın tatmini aracına döndüğünde, amacımız düşüncemizi paylaşmanın çok ötesine geçmiş olur.
Sosyal medyada, öfke, kıskançlık, şaşkınlık gibi duyguları günlük hayattan çok daha yoğun yaşayabiliriz, ancak o insan karşımızdayken tepkilerimizi aynı yoğunlukta vermiyor/veremiyorsak aynı durum sosyal medya için de geçerli olmalı.

Başka insanları ve hayatlarını, kendi arzularımızın tatmini için bir araç olarak gördüğümüzde, arzularımız da karşılanamayacağı için kendimize de haksızlık etmiş oluruz. Bu yüzden başkalarının sınırlarını korumak aynı zamanda kendi sınırlarımızı da korumak demektir…
Uzman Psikolojik Danışman
Muzaffer Gülsüm Türkeli