İlk ayetinde Yaratıcının “filin adamları” diye tasvir ettiği; gücüne kibirlenenlerin başına gelenin anlatıldığı bir kısa sure; 
İnsanların uzaklardan gelip ziyaret ettiği, ticaret yaptığı Mekke’ye karşı; Yemen’de bir kilise yaptıran, zorba bir tavırla ve siyâsî üstünlüğüne güvenerek İslâm’ın kutsal bir sembolü olan Kâbe’yi yıkmaya niyetlenen Habeşistan vâlisi Ebrehe ve ordusunun hâlini konu edinmiştir. 
Hem de bütün zamanlarda geçerli, aynı mevki ve konumdaki kutsal düşmanlarına bir ikaz niteliği taşımaktadır. Burada, Ebrehe benzeri kimselerin otorite güç ve servetine güvenerek, kutsal değerlere saldırma veya onlarla mücadele etme planları hazırlamalarına karşı, önemli bir uyarı vardır.
Rahmet elçisinin doğumundan elli gün önceydi. Tarih mucizevi bir olaya şahitlik etmişti: 
“Görmedin mi nasıl yaptı Rabbin, (Kâbe’yi yıkmaya gelen) fil sahiplerini (Ebrehe ve ordusunu)?”
“Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?”
“Onların üzerine sürüler halinde kuşlar gönderdi.”
“(Bunlar) onlara pişkin sert çamurdan (dolu gibi) taşlar atıyorlardı.”
“Derken (Allah) onları (Ebrehe ve ordusunu), yenmiş (delik deşik olmuş) ekin yaprağı gibi yapıverdi.”
O tarihte Abdulmuttalip, numune insanın dedesi ve Mekke’nin başkanıydı. Ebrehe, Yemen’den kalkıp zamanın en güçlü ve kalabalık ordusuyla, geçtikleri yerleri yağma ederek fillerle Kabe’yi yıkmaya geliyordu. Ebrehe’nin ordusu, yüzbinlerce askeri ve dört binden fazla filleri ile ihtişamlı bir orduydu. Büyük bir kızgınlıkla Kabe’yi yerle bir etmek için Mekke’ye yaklaşmıştı. 
Kabe’ye her yöneldiğinde duran en büyük filden de ibret almadılar ve aniden sürüler halinde kuşlar günümüz SİHA ’ları üzerlerine taşlar yağdırdı. Sonunda, Ebrehe, Mekke’nin başkanı Muttalip’in “Kabe’nin sahibi var” sözünden de uyanmadı ve ordusu ile bozguna uğradı...
Hak ve hakikat erlerinin takip edeceği, tevhit çizgisindeki mücadele yolunu aydınlatan bu ibretlik vakayı çağımız insanları da göz ardı etmemelidir. Tarih sahnesinden nice Firavunlar, Habeşiler ve hatta Hakanlar gelip geçti…
Ekseriyet aklı selim alimlerin kanaati şu ki; çağımız insanı, yeniden şekillenen dünya nizamında bir manevi buhran içinde. Yine ortak kanaat huzurun maddiyatta değil insanın iç aleminde olduğudur. Teknolojideki baş döndürücü gelişmeler, hayat konforunun artması, istenen huzuru sağlamakta yetersiz kalıyor çünkü sosyal adalet kalmadı, insan sosyal bir varlıktır…
Muhabbetle…