Bugün küçük bir sohbet ettik; tatile gidince insanlara ne oluyor, hiç fark ettiniz mi? Öyle sıradan bir otel açık büfesi düşünün; masalar çeşit çeşit yemeklerle dolu, her şey sınırsız ve istediğin kadar alabilirsin. Ama bir yandan tabaklar aşırı doluyor, yarısı hemen çöpe gidiyor. Diğer yanda da hafif mırıldanmalar, dudak bükmeler yükseliyor:
“Yemekler idare ederdi…”
“Ben gidince ızgara yemeği kalmamıştı nasıl bir otel o kadar ücret ödedim…”
“Çalışanlar ilgisizdi…”
“Odamız çok küçüktü zaten…”
Peki neden bazı insanlar en iyisi sunulsa bile tatmin olamaz? Neden göz doymaz, ruh razı olmaz?
Psikanalist Melanie Klein der ki: İnsan sadece sevgiye değil, ona karşı duyulan hasede de sahiptir.
Küçücük bir bebek bile, ihtiyacını karşılayan memeyi bir yandan severken, diğer yandan onu kıskanabilir. Çünkü tamamen dışa bağımlı olmak, insanda zayıflık ve kırgınlık yaratır. Bu kırgınlık zamanla, kendisine iyi gelen şeye karşı bile öfke üretir.
İşte bu karmaşa büyüyüp yetişkinliğe taşındığında şöyle bir tabloyla karşılaşırız:
Otelin açık büfesi bir “iyilik”, bir ikramdır. Ama kişi bu iyiliği kıymetini bilerek almak yerine, kıskanarak, israf ederek, küçümseyerek tepki verir. O anda farkında olmasa da aslında “iyiliğe tahammülsüzlük” içindedir.
Klein buna haset adını verir:
Başkasının veya hayatın sunduğu bir şeyi, sadece benim değil de herkesin elde etmesi canını sıkar.
Yeterince iç huzura sahip olmayan bir kişi, dışarıdan gelen her iyiliği küçümseyerek, bozarak ya da yok sayarak içindeki karmaşayı dışa yansıtır.
Oysa bunun karşıtı şükrandır.
Şükran, olanı yeterli görmek değil; olanın kıymetini fark etmektir.
Açık büfeden sadece ihtiyacı kadar alabilen biri, bunu görgü için değil, içindeki sadelik ve doygunluk için yapar.
Bu kişi, verilenle yetinmeyi bir eksiklik değil; bir iç huzurun işareti olarak yaşar.
Dolayısıyla tatilde, sofrada, günlük hayatta mesele yalnızca “ne sunuluyor?” değil, aynı zamanda “içimizde ne eksik?” sorusudur.
Çünkü göz açgözlülükle bakıyorsa, o zaman en dolu tabak bile yetmez. En iyi tatil bile boş gelir.
Ve Klein’ın o sarsıcı sözü tam da burada anlam kazanır: “Göz açgözlülükle baktığında, kalp neyle dolarsa dolsun boş kalır.”